Ümit Yaşar Oğuzcan... Türk şiirinin o 'Melankolik Şairi'. Onun adı anıldığında, akla önce dillere pelesenk olmuş aşk şiirleri, sonra da kaçınılmaz bir hüzün perdesi gelir. Bugün, o hüzün perdesini aralayıp, şairin kendi dizeleriyle özetlediği o yakıcı hayat hikayesinin en dramatik, en sarsıcı anına odaklanacağız.

Oğuzcan'ın şiirlerinde yakaladığı o derin keder, sadece karşılıksız bir aşktan ibaret değildi. O keder, bizzat şairin varoluşsal sancılarının, hayatı boyunca defalarca denediği intihar teşebbüslerinin ve hiç dinmeyen bir ruhsal bunalımın yansımasıydı. Bu ruh hali, bir şarkı sözünde ne kadar da yalın bir şekilde özetlenmişti:

> Biraz kül

> Biraz duman

> O benim işte

> Kerem misali yanan

> O benim işte

Şair, kendini aşk ateşiyle yanıp küle dönmüş, geriye sadece dumanı kalmış bir "Kerem" olarak tanımlıyordu. Ancak bu yanış, ne yazık ki sadece kendisiyle sınırlı kalmadı; o melankolik ateş, en yakınındaki canı, oğlu Vedat Oğuzcan'ı da içine çekti.

Baba, Öyle İntihar Edilmez...

Takvimler 6 Haziran 1973'ü gösterirken, henüz 17 yaşındaki Vedat Oğuzcan, babasının defalarca denediği ama başaramadığı şeyi, Galata Kulesi'nden atlayarak gerçekleştirdi. Rivayet olunur ki, gencecik Vedat'ın geride bıraktığı not, adeta bir isyan ve aynı zamanda bir trajik meydan okumaydı:

> “Baba, öyle intihar edilmez, böyle edilir.”

Bu not, bir evladın, sürekli ölümü düşünen ve bunu şiirlerine tema yapan babasına yönelik bıraktığı en acı, en çarpıcı mirastı. Şairin, sürekli ölümü çağırarak, farkında olmadan oğlunun ruhunda yarattığı derin etki, işte bu trajik sonla dehşet verici bir şekilde ortaya çıktı. Bir sanatçının iç dünyası, bazen bir okyanus fırtınası gibi, etrafındaki her şeyi yutabilir miydi? Ümit Yaşar Oğuzcan'ın durumu, bu sorunun en trajik cevabıdır.

Galata Kulesi: Bir Babalık Ağıtı

Oğlunun ardından yaşadığı büyük yıkımı, şair, Türk şiirinin en sarsıcı ağıtlarından biri olan "Galata Kulesi" şiiriyle ölümsüzleştirdi. Şiirde, o günün parlaklığını, hayatın güzelliğini ve aniden paramparça olan umutları anlatırken, acısını en derin, en içten şekilde haykırıyordu:

> "Bir adam düştü o gün Galata Kulesi'nden;

> Bu adam benim oğlumdu gencecikti Vedat..."

> "Şimdi yine bir ninni söylüyorum ona:

> Uyan oğlum, uyan oğlum, uyan Vedat!"

Oğuzcan'ın melankolisi, bu olaydan sonra daha da derinleşti, şiirleri tamamen ölüm, acı ve hayatın boşluğu temalarına kaydı. Artık o, sadece aşkın değil, evlat acısının külleriyle yanan bir şairdi. Vedat'ın ölümü, aynı zamanda Ümit Yaşar'ın o bitmeyen "yanış"ının da en büyük, en karanlık simgesi oldu.

Ümit Yaşar Oğuzcan, geride bıraktığı sayısız eser ve bu trajik hikayesiyle bize, bir sanatçının ruhunun karmaşıklığını ve o ruhun çevresindekiler üzerindeki yıkıcı potansiyelini gösteriyor. Onu, o derin hüzünle, o yakıcı sanatıyla ve bu büyük babalık dramıyla saygıyla anıyoruz.