Kıymetli okuyucular, değerli veliler, sevgili öğrenciler (eğer bu yaşta gazete okuyorsanız tebrikler!) ve tüm erteleme şampiyonları;

Sabah banyo aynasına bakarken, öğretmen refleksi anında devreye girdi. Yüzümdeki her bir çizgi, sanki bir öğrencinin defterindeki yanlış çözülmüş Türkçe sorusu gibiydi. Tam o an beynimde bir siren çaldı, Müslüm Gürses’ten o klasik dize:

"Aynalar yaşlanmış gösterse bile / Yaşanmadan geçen yıllar utansın."

Dedim ki kendi kendime:

"Hayatım, bu dize bizim, kadınların ve eğitimcilerin dizesi olmalı!"

Sınıf Panosundan Hayata: Yaşanmayan Yılın Defteri

Eğitimci olarak bizler, hayatı mükemmeliyetçi bir ders planı gibi yaşamaya programlıyız. Her şey sırasına uygun olacak: Yeterli materyal toplanacak, konu derinlemesine öğrenilecek, "doğru zaman" beklenecek.

Ama hayat, bizim o titiz ders planlarımıza uymuyor canım! Hayat, tıpkı teneffüste aniden çıkan yağmur, ya da 5. ders zili çalmadan gelen veli gibi... Plan dışı!

Peki, bizim "Yaşanmadan Geçen Yıllar"ımız nerede kayboluyor?

1. "Önce Herkesin Ödevi Benden":

Biz kadınlar ve eğitimciler, önce anneliğin, eşliğin, öğretmenliğin, arkadaşlığın... kısacası herkesin ödevini bitiririz. Kendi hayallerimiz ise, öğrenci defterinde en arkaya not edilmiş, "Bakılacak" diye işaretlenmiş bir not gibi kalır. O not da hiçbir zaman gün yüzü görmez.

2. "Mükemmeliyetçi Filtre" Sendromu:

O yabancı dil kursuna, o dans dersine niye başlamadık? Çünkü "Mükemmel seviyede" başlayamayacağımız için. Sanki tüm hayat bir sunum ve biz o slaytları %100 kusursuz yapmadan 'Play'e basamıyoruz. Yaşanmamış yıllar, bu mükemmeliyetçilik uğruna yırtıp attığımız taslaklardır aslında.

3. Ertelemenin Pedagojisi:

En komiği de bu, ertelemeyi rasyonelleştirmemiz. "Şu anda çocuğumun/öğrencimin gelişim dönemi için bu fedakârlığı yapmalıyım."

Yıllar sonra bakıyoruz, herkes gelişmiş, bir tek bizim hobilerimiz, kişisel projelerimiz "Gelişim Dönemi Geriliği" yaşıyor.

Ayna, Sen Kimden Yanasın?

Kadın ve eğitimci olarak aynaya baktığımızda, gördüğümüz sadece biyolojik yaşımız değildir. Gördüğümüz, tüm o verdiğimiz, yetiştirdiğimiz, sunduğumuz yılların yorgunluğudur.

Müslüm Baba’nın dizesi, bu noktada bize psikolojik bir espri yapıyor gibi:

-"Aynalar yaşlanmış gösterse bile..." (Evet, gösteriyor. 40 dakikalık dersten sonraki halimi görseniz...)

-"...Yaşanmadan geçen yıllar utansın." (Benim ne suçum var? Onlar yaşanmak istemedi ki!)

-

Aslında utanç, aynanın veya yılın değil; bizim "Hayır" diyemediğimiz, "Şimdi sıra bende" diyemediğimiz o anların kolektif utancıdır.

Bizim ruhumuzdaki o küçük kız, sürekli öğretmen masasının ardında, zili çalmasını bekleyen öğrenci gibi. "Ne zaman benim dersim başlayacak?" diye soruyor. Ama biz, yetişkin, fedakâr ve yorgun kadınlar, sürekli "Biraz bekle tatlım, önce şu 30 kişilik sınıfın notlarını gireyim..." diyoruz.

Son Zil: Hayatın Teneffüsü Başladı!

Sevgili okur, hepimiz o yaşanmamış yılların utancını üzerimizden atmalıyız.

Aynadaki o çizgiler, eğer "o çok istediğin şeyi yaparken uykusuz kaldın"ın çizgileriyse, onlar bir madalyadır. Ama eğer "başkalarının dertlerini çözerken, kendi hayatını 'beklemeye' aldın"ın çizgileriyse... İşte o zaman, o yıllara hakikaten "Utan!" deme hakkımız var.

Ne yapıyoruz o zaman?

Bugün, o çok istediğimiz ama "Dersler bitince, yaz gelince, çocuk büyüyünce" diye ertelediğimiz şeye, 15 dakikalık bir "teneffüs" ayırıyoruz.

Aynaya bakıp, kendimizle alay ediyoruz: "Evet tatlım, bu yorgunluk veli toplantısı maratonundan. Ama merak etme, yeni hobim için kaydımı yaptım bile!"

Unutmayın, Müslüm Baba'nın dizesi bir isyan değil, bir motivasyon ödevidir. Ve biz eğitimciler, ödevi ertelemeyiz!

Haftaya, yaşanmış ve kahkahalarla dolu bir köşe yazısıyla görüşmek üzere! (Eğer o ertelediğim kişisel gelişim kitabını bitirebilirsem tabii!)

Soru: Müslüm Baba'nın bu dizesiyle bir sınıf kuralı oluşturmak istesek, kural ne olurdu?