
İnsanlık tarihine bütüncül bir nazarla baktığımızda, medeniyetin yürüyüşünün daima yukarıya, semaya doğru olduğunu görürüz. İlk insanlardan, bugün Mars’a koloni kurmayı tasarlayan mühendise kadar hepimizi aynı merak ve keşif arzusu sevk ediyor. Bir eğitimci olarak meseleye yalnızca ezberlenecek gezegen isimleri gibi bakmıyorum; kâinat, çözülmeyi bekleyen devasa bir denklem ve tükenmez bir laboratuvar olarak başımızın üstünde duruyor.
Bugün, astronomi tarihimizin parlak ve bir o kadar da hüzünlü sahifelerinden başlayıp günümüzün uzay teknolojilerine uzanan bir fikir yolculuğuna çıkalım.
Bilim Güneşi Doğudan Yükselirken
Kimi vakit modern bilimin ışıltısına kapılıp kendi tarihimizdeki köklü mirasa yabancılaşabiliyoruz. Oysa Batı dünyası “Karanlık Çağ”ı yaşarken, İslâm coğrafyası bilimin altın devrini idrak ediyordu. Bugün astronomi denince akla NASA yahut ESA gelse de, bu ilmin harcında Türk ve Müslüman âlimlerin katkısı inkâr olunamaz.
Düşünün ki; trigonometrinin pîri sayılan Battânî, gök cisimlerinin hareketlerini öyle hassas hesaplamıştı ki, yüzyıllar sonra Kopernik dahi devrimsel nazariyelerini kurarken ondan istifade etmek mecburiyetinde kaldı. Semerkant’ta bir hükümdardan ziyade büyük bir astronom olan Uluğ Bey ve onun kurduğu rasathane, bilimin devlet eliyle nasıl şahlandığının bariz delilidir. Onun talebesi Ali Kuşçu’nun bu birikimi İstanbul’a taşıması, Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u yalnızca siyasî değil, ilmî bir payitaht yapma vizyonunun en açık göstergesidir. O devirde gökyüzü, yalnız namaz vakti tayini için değil; evrenin matematiksel nizamını, yani yaratılışın sırrını çözmek için temaşa olunuyordu.
Yıkılan Rasathane
Ne var ki tarihimizde, üzerinde uzun uzadıya düşünmemiz ve ibret almamız gereken acı bir kırılma noktası vardır. Yıl 1577… Osmanlı’nın en kudretli zamanları. Müneccimbaşı Takiyyüddin, İstanbul Tophane sırtlarında Rasathane-i Âmire’yi kurar. Elindeki gözlem aletlerinin hassasiyeti, o sırada Avrupa’da astronominin zirvesi sayılan Tycho Brahe’nin imkânlarından dahi üstündür.
Fakat ilmî ilerleme, devrin siyasî çekişmelerine ve koyu bir taassuba kurban edilir. İstanbul semalarında görülen bir kuyruklu yıldız ve hemen ardından gelen veba salgını bahane edilir. Birileri padişahı “Meleklerin bacaklarına bakılıyor, uğursuzluk bundan geldi” diye ikna eder. Netice? Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa tarafından denizden yapılan top atışlarıyla o muazzam ilim yuvası yerle bir edilir.
Burada yıkılan yalnız taş duvarlar değildi. Biz o gün, rasathane ile birlikte ilmî merakımızı, sorgulama kudretimizi ve istikbalimizi de yıktık. Eğer o rasathane yaşamaya devam etseydi, teleskobu Galileo’dan evvel biz geliştirebilir, sanayi inkılabını ıskalamayabilirdik.
Göğe Uzanan Yeni Çağ
Biz o defteri kapattıktan sonra dünya durmadı. Galileo’nun teleskobuyla hızlanan süreç, bugün James Webb ile evrenin doğum anını seyretmemize imkân veriyor. Artık astronomi yalnız “yıldızları izlemek” değil; “yeni yaşam alanları aramak” ve “kaynak bulmak” demektir.
Son yıllarda haberlerde sıkça Elon Musk ve SpaceX isimlerini işitiyoruz. Peki, neden bu kadar mühim? Mesele yalnızca şov mudur? Hayır. Musk’ın Falcon roketleriyle başardığı şey “tekrar kullanılabilirlik”tir. Evvelce bir roketi fırlatmak, bir uzay aracını bir kez uçurup sonra hurdaya ayırmak gibiydi. Musk, o uzay aracını indirip tekrar uçurmayı başardı.
Bu maliyet düşüşü bizi “uzay madenciliği” hakikatine götürüyor. Dünyadaki kaynaklarımız kısıtlı; lityum, kobalt, nadir elementler tükeniyor. Lâkin başımızı kaldırdığımızda gördüğümüz asteroitlerde trilyonlarca dolar kıymetinde madenler başıboş dolaşıyor. İstikbalin iktisadı petrolde değil, uzaydaki helyum-3 izotopunda ve asteroit madenciliğinde yatıyor. Falcon roketleri, işte bu yeni iktisadî çağın lojistik kervanlarıdır.
Atatürk’ün Ufku
Geçmişin hatalarını ve bugünün inkişaflarını bir araya getirdiğimizde, Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “İstikbal göklerdedir” sözü çok daha derin bir mânâ kazanıyor.
Atatürk bu sözü sarf ederken yalnız o devrin havacılık araçlarından bahsetmiyordu. O, medeniyetin yönünü, ilmin ve fennin zirvesini işaret ediyordu. “Gökyüzüne hâkim olan, yeryüzüne de hâkim olur” hakikatini yıllar evvel görmüştü.
Bugün o vizyonu; kendi uydusunu yapan, kendi roket motorunu geliştiren, uzay ajansını kuran ve gençlerini TEKNOFEST’lerle ilme yönlendiren bir Türkiye hayaliyle birleştirmek mecburiyetindeyiz. Geçmişte rasathanesini yıkan zihniyetten, bugün uzaya kendi astronotunu gönderen bir vizyona evrilmek, tarihe olan borcumuzdur.
Tersine Sorular¿
- Rasathanemizi yıkmasaydık, bugün gökyüzünün sırlarını çözmede öncü biz olabilir miydik¿
- Eğer Galileo’dan evvel teleskobu biz geliştirseydik, sanayi inkılabını kaçırır mıydık¿
- Bilimsel merakımızı korusaydık, bugün uzay madenciliğinde söz sahibi ülkeler arasında yer almaz mıydık¿
- Geçmişte taassuba kurban edilen ilim, bugün gençlerimizin ufkunu açsaydı, Türkiye’nin vizyonu nasıl şekillenirdi¿
- Göğe bakmayı bıraktığımızda, aslında kendi geleceğimizi mi yere gömdük¿
Son Söz
Gözümüzü yerden kaldırmalı, çünkü kaybedecek vaktimiz yok; geçmişte yıkılan rasathanelerin ve kaçırılan fırsatların bize öğrettiği en büyük ders, göğe bakmayı bırakmanın aslında kendi geleceğimizi yere gömmek olduğudur. Bugün önümüzde duran imkânlar, kendi uydusunu yapan, roket motorunu geliştiren ve gençlerini bilime yönlendiren bir Türkiye’nin hayalini gerçeğe dönüştürmek için vardır. İstikbalin göklerde olduğunu bilerek, artık tereddüt etmeden semaya yönelmek ve koca bir âlemi kazanmak mecburiyetindeyiz.
Vesselam.