Deniz kıyısında iki ruh yan yana yürüyordu. Kumlara basan çıplak ayaklar, her adımda yumuşak ve serin bir hisle karşılanıyor, ince dalgalar kıyıya vurdukça ayak bileklerine kadar uzanıyordu. Kadının eli, atın güçlü boynuna yaslanmış, parmakları yavaşça tüylerinin arasına karışmıştı. Atın bedeni sıcak, kasları her adımda hafifçe dalgalanıyor, yürüdükçe aralarındaki bağ daha da güçleniyordu.
Kadının uzun saçlarını savuran rüzgâr, ince beyaz elbisesini vücuduna yapıştırıyor, kumaşın hafifliğiyle dalgalanmasını sağlıyordu. Atın yelesi de aynı rüzgârın etkisiyle dans ediyordu. İkisi de bu anın tadını çıkarıyor, bir söz söylemeden, sadece varlıklarının huzurunda kaybolarak.
Kadın bir an durdu, ayaklarını serin suyun içine bıraktı. İnce bir ürperti tüm bedenini sardı ama bu his hoşuna gitmişti. Hafifçe eğilip elini suya daldırdı, avuçlarını doldurup parmaklarının arasından süzülmesine izin verdi.
At başını yana çevirip onu izledi, sonra sanki suyun davetine karşı koyamayarak burnunu hafifçe dalgalara daldırdı. Kadın gülümsedi, eliyle onun burnunu sıvazladı. Sonra nefesini tutup, güçlü bedene yelesinden tutunarak usulca üzerine atladı. Bacakları, atın sıcak tenine dokunduğunda, bir an duraksadı. İkisinin de derisi birbirine değiyordu; atın gücü ve sıcaklığı, kadının nazik teninde yankılanıyor, adeta birbirlerini tamamlıyorlardı.
At yavaşça hareket etmeye başladı. Önce usul adımlarla, sonra hafif bir tırısa geçti. Kadının çıplak ayakları, atın yanlarından sarkan beyaz elbisesiyle birlikte, her adımda denizin serin suyuna değiyordu. Tuzlu su, ince bir dokunuş gibi tenine işliyor, kum taneleri ayak bileklerine yapışıyordu. Rüzgâr, elbisesini savurdukça, kumaşın uçları suya daldırılıp çıkar gibi hareket ediyordu.
Kadın başını hafifçe eğip onun yelesine yaslandı. Gözlerini kapattığında, rüzgârı, denizi ve atın kalp atışlarını duydu. Parmaklarıyla boynunu sıvazladıkça, at hafifçe başını yana eğip hırıltılı bir kişneme ile karşılık verdi. O an, her şey anlamsızlaştı; ne zaman vardı ne de mekân. Sadece onlar vardı.
Güneş, yavaşça denizin içine süzülürken, gökyüzü kızılın, turuncunun ve morun büyülü tonlarıyla boyandı. Atın tüyleri, bu ışıkta bakır gibi parlıyor, kadının uçuşan elbisesi alevler arasında dans eden bir hayalete benziyordu. Rüzgâr hızlandıkça, tuzlu suyla ıslanan elbisenin ince dokusu vücuduna yapışıyordu, kadın atla birlikte özgürlüğün en uç noktasına ulaşmış gibi hissediyordu.
Sonunda, at yavaşladı. Kumların üzerinde durduğunda, deniz hâlâ ayak bileklerine kadar uzanıyor, ince dalgalar kum tanelerini savuruyordu. Kadın, atın üzerinde inmek istemiyordu. Atın sıcaklığına yaslandı, elleriyle boynunu sardı. İkisinin de gözlerinde aynı şey vardı: Anlaşılma. Bağlılık. Birbirine ait olma hissi.
Ufukta güneş tamamen kaybolurken, deniz kenarında bir kadın ve bir at, dünyanın geri kalanından kopmuş bir halde, birbirlerine ram olmanın huzurunu yaşıyorlardı...