Âlim ile Ârif
 

Bilginin İki Yüzü

İnsan bilgiyi, farklı yollarla keşfeder. Kimi kitapların sayfalarına dalar, kimi ise yaşamın içindeki gizli izlerden, tecrübelerin ve sezgilerin ışığında gerçek bilgelik arar. Bu metinde, kelimeler ve kavramlarla bilgiyi sistematik hale getiren âlim ile bilgiyi kalpte yaşayıp özümseyen ârif arasındaki farkı ve buluşma noktasını irdeleyeceğiz.
Âlim
Âlim, kitaplarla büyür, satır aralarında yol alır ve kavramları akıl dolu bir düzen içine oturtur. Unvanı, profesör, doktor, müellif gibi resmi ifadelerle tanımlanır. Sözleri yapılandırılmış metinlere, düşünceleri ise akademik eserlerle ölümsüzleşir. Onun bilgisi; kitaplardan, raflardan ve kürsülerden aktarılan sistematik bir birikimdir. Ancak bu yaklaşım, bilgiyi yalnızca dışsal sunar; ruhuna yansıtmak yerine düzen ve dizginlemeye odaklanır.
Ârif
Ârif, bilgiyi kalpten yaşar. Onun kaynakları kitaplardan ziyade yaşamın kendisi, deneyimlerin dokusu ve içsel sezgilerdir. Kelimeler yerine bakışında saklı olan hikmet, anlatımı aksine varlığıyla hissedilir. Akademik bir unvanı olmayabilir; fakat halk arasında, derin sessizliği ve yaşamın getirdiği olgunlukla saygı görür. Ârif, bilgiyi içselleştirir; onu yaşamın her anına dokundurarak, anlamı evrenselleştirir.
Âlim ile Ârif
Âlim, kitapları yazar; bilgiyi sayfalara döker. Ârif ise, o yazıların arka kalan sessizliğinde konuşur. Bir yanda, düzen ve sistematiklik ön planda olan âlim; diğer yanda, bazen tek bir kelimeyle ya da hiç kelime olmadan derinliği ifade eden ârif bulunur. İkisi, bilgiyi farklı şekillerde sunar; biri mantığın, diğeri yaşamın ve sezginin sesi olur.
Gerçek Âlim
Gerçek âlim kıymetlidir. Lakin, elbet öyle âlimler vardır ki; kitap kapağını açar açmaz kendilerini bilge ilan eder, iki kavram ezberleyince felsefeci havası takınır. Diploması cilalı, sözü cilalı fakat gönlü eksiktir. Bilgiyi hikmetsizce taşıyanın hali, atlas kumaşa sarılmış bir tenekeye benzer: Dışı gösterişli, içi yalnızca metalik yankı verir. Kütüphaneye girip okuduklarını hayatına sokamayan, bilgiyi raf raf dizen ve ambalaja sarılmış bakır gibi vuruşta yankı vermeyen âlim tipleriyle kıyaslandığında;
— "Kazan suyla değil, altındaki ateşle kaynar; göğüs bilgiyle değil, hikmet ateşiyle taşar." — der Ârif.
Bir zamanlar, Konya’nın bir köyüne şehirden gelen felsefe hocası, saatlerce bilgi, hakikat ve basmakalıp ifadelerle dolu konuşmalar yaptı. Seminerin sonunda sordu:
— Anlayabildiniz mi? Soru soran var mı?
Bunun üzerine, ayağa kalkıp sesini duyuran yaşlı bir adam şunları söyledi:
— Evladım, çok konuştun. Bilgiyi anlattın, hikmeti yordun. Bildiğini sunmaya geldin ama bileni tanımadan konuştun. Hakikat yorulmaz; çok söz ise anlamı yıpratır.
Kasaba kahvesinde kendini âlim ilan eden birinin, kitaplardan, terimlerden ve medeniyetten havalar estirdiği sırada, köşede sessizce oturan yaşlı bir adam ağır adımlarla kalktı ve dedi:
— Evladım, sözlerin uzun; yolun kısa. Anlattıkların yoldan çıkmış.
Gerçek âlimin değeri, Fuat Sezgin hocanın yaşamında da kendini gösterir. Almanya’ya sürgünle giden; İslam bilim tarihinin izlerini titizlikle süren; 80 bin ciltlik özel bir kütüphane kuran, 27 dil bilen bu ilim insanı, hiçbir zaman ilmini kibirle övmez. Onun eserleri, gece lambası altında mütevazı bir çabayla yazılmış satırlarda, içten duruşunun bir yansıması olarak kalır. Âlim olmak; ilimden hikmete, bilgiden ahlÂka açılan bir yolun gerçek yolcusu olmaktır.
 
Yunus Emre der ki
Bir sinek bir kartalı 
Salladı vurdu yere 
Yalan değil gerçektir 
Ben de gördüm tozunu
Bu dörtlük yalnızca mecaz değildir. Sezginin akılla açıklanamayacak kadar derin bir içsel dünyanın ifadesidir. Zihin, bir sineğin kartalı yere vuramayacağını bilse de, gönül orada yatan hakikati hisseder. Burada konuşan fizik değil, gerçek hikmet mevcuttur. O sinek, küçücük bir hikmet; kartal ise kibirle büyümüş ilmin sembolüdür. Bir gönül bilgisi, bin kitap dolusu bilgeliği yerle bir edebilir.
Bir başka dörtlük:
Bir serçenin kanadın 
Kırk katıra yüklettim 
Çift dahi çekemedi 
Şöyle kaldı kazını
Burada bilgeliğin derinliği, kelimelerin yüzeyinin çok ötesindedir. Ârif, serçenin kanadındaki ince ağırlığı anlar; o narin tüy, varoluşun, hakikatin ve teslimiyetin sembolüdür. Anlamayan için sadece bir tüy olan bu hikmet, bilen için kainatın sonsuzluğunu işaret eder.
Zaman | Mekân | Anlam
Âlim, zamanı kelimelerle anlatır; Ârif ise zamanı kalbinde yaşar. Âlimin, güneşin doğuşunu betimleyen sözleri, ârif’in dokunuşunda güneşin tenle buluştuğu anlara dönüşür. Nesneleri sıralayan âlim, ârif’in bakışında onların ruhunu, tarihi ve manevi derinliğini hissettirir. Bir taraf zekayı ortaya koyarken, diğer taraf yaşamın özünü yansıtarak tamamlayıcı unsurlar oluşturur.
Bilgi ve Hikmetin Bütünlüğü
Asıl mesele, âlim mi, ârif mi sorusu değildir. Önemli olan, bilgiyi yaşamla bütünleştiren, insanı tam anlamıyla var kılan anlayıştır. Ünvan, hırs ve yarış; hepsi gönül toprağını kurutan dikenler gibidir. Gerçek tamlık, kitap kokusunun ve iç sesin uyumla buluştuğu noktada var olur. Âlim, bilgiyi sistematik olarak sunar; ârif ise o bilgiyi içselleştirip yaşatır. Birlikte var olabildiklerinde, insanın bütünleşmesi mümkündür.
Tarifi bilinmeyene yaklaşım, ârifin bilgeliğinin en net ifadesidir. Çünkü gerçek bilgi kütüphanelerde değil, yaşamın her anında; hikmet ise kürsülerde değil, yüreklerde saklıdır. Bazı insanlar çok şey bilse de, bazıları az söz eder. Fakat öyleleri vardır ki, sustuklarında bile bir kütüphaneden daha fazla ders verirler. İşte o, gerçek âriftir.
Vesselam.