Duyguların en gizemli ve saflığını korumuş olanı hüzündür içimizde derinlerde biriktirdiğimiz acılar, yalnızlığımız, hayal kırıklıkları, artık olamayacağını bildiğimiz beklentiler, azalmış umutlar, büyük kayıplar sıkça uzağa dalan ışıltısı azalmış gözlerimize oturmuş derin keder de yansımasını bulur. Gün yüzüne çıkması için gerçek sevenini bekler, kalp dilini okumasını bilene açılır, paylaştıkça azalır. Hüznü kararında yaşamak iyidir insan olduğunu hatırlatır ama ya seni büsbütün teslim aldıysa hayatla bağını koparır oradan oraya savurur. Sanki canın çekilmiş gibi senden kalan ne varsa içine çeker tüketir, yaşam sevincini çalar, benlik duygunu koparır, nefes alan ölüye çevirir. Uzun zamandır kararında hüzünlüyüm hüznün yok edici gücüne teslim olmamak için direniyorum, yaşamla bağımı sıcacık tutmaya çalışıyorum beni gerçekten çok sevdiğini bildiklerime daha sıkı sarılıyorum. İçindeki yaralı çocuğu saklayan, duygularını paylaşmaktan korkan ya da utanan, zarar göreceğini düşünen güvenini yitirmiş toplumdan izole yaşamı tercih etmiş nice insanla çevriliyiz. Onu fark ediyoruz ama görmezden gelip öylece yanından geçip gidiyoruz. İnsan isterse insanı iyileştirir, yaralarını sarar, acıyan yerinden öper koklar, düştüğü yerden kaldırır toplar.
Bu yazıda sizlere aktaracağım hikâyeyi kaleme alırken katmerli hüzünlendim; yüreklerin uzaklaştığı zalim çağda insan insana hasret yâresine dokunanı, acısına merhem olanı arıyor. Bir tatlı söz bir güler yüz içimizde biriktirdiğimiz zehirli hatıraları boşaltmamıza yeterli olabiliyor. İnsanız neler nelerle sınanıyoruz; hastalıklar, ölümler, sevdalar, aldatılmışlık, zalimlik, hoyratlık ve yokluklar. Hele kırılgansan, naif ince düşünceliysen daha çok yaralanıyorsun daha zor iyileşiyorsun. Kapalı yüreğini yeni yeni açıp paylaşmış, yüzü gülmeye başlamış belki de ikinci baharının planlarını yapmaya başlamışken hayallerin yarım kalıyor. Kendimi hiç tanımadığım meslektaşımın yerine koyup onun gözüyle bakıyorum yaşadığımız belirsiz sürece. Yazmalıyım bana düşen görev bu yazmalıyım… Düşünün büyük bir savaşın içindesin siperde yanı başında canını dişine takmış mücadele veren o güne kadar tanışıklığın olmayan ancak kader ortaklığı yaptığın insanı kaybediyorsun ve durup kenara çekileyim savaşın nasıl sonuçlanacağını bekliyim diye bir şansın yok olsa da bunu zaten kendine yakıştıramazsın bayrağın yere düşmesine izin vermeden onurla taşımaya devam edersin ama değişen bir şey vardır artık sen asla eski sen olamazsın. O yanı başına düşen yoldaşının yarım kalmışlıkları üzerine kocaman hüzün olarak çöker o hüzün ki sana ödevler yükler; hikayesini paylaşmalısın, onu hatırlatmalısın, yüreklere dokunup insanlara hata da payları var mı sorgulatmalısın. Yaşadığım toplumda yaşamımı idame ettirirken başkasının yaşamından da sorumluyum önce ona zarar vermemekle yükümlüyüm. Aile Hekimliği merkezinde çalışıyormuş meslektaşım Nezihi eskiye gittim ilk mesleğe başladığım günlere Hoşgör sağlık ocağına. Annemin ben Tıp fakültesini rahat okuyayım diye Mersin de yıllarca çalıştığı sağlık ocağını, arkadaşlarını bırakıp düzenini bozup tayin istediği Gaziantep’te çalıştığı sağlık ocağı Hoşgör. Ana kız 6 yıl boyunca sağlık ocağının büyükçe bahçesinde bulunan lojmanında kaldık. Dersten erken çıkınca sağlık ocağına Annemin yanına uğrardım pek severdiler beni çalışma arkadaşları hele Sorumlu Hekimleri Ali Doğan Abim. Türk sanat musikisinin güzide parçalarının en ağır makamlarını davudi sesiyle ne güzel yorumlardı. İçinde Ruhsar geçen şarkıların olduğunu sayesinde öğrenmiştim. Okul bitip tayin istediğimde kaderin oyunu kendimi Hoşgör sağlık ocağında 6 yıl orada hemşire olarak görev yapmış Annemin arkadaşlarının sıcak kucağında buldum ne şanslıydım hala Ailenin küçük çocuğu gibi sevgiyle gözetleniyor korunup kollanıyordum. Bilmediğim noktaları çaktırmadan sormaya hiç çekinmiyordum. Güler yüzüm, cana yakınlığım, idealist tarzımla, uzun anamnezlerim ve muayeneler derken kısa sürede çok hastam olmuştu. Nasıl mutluydum anlatamam günde 150 hasta bakıp of demiyordum gençlik işte. Sonra Van yılları yine sağlık ocağında başlamıştım ama koşullarım zorlaşmıştı bir kere hasta profilim değişmişti dil problemi yaşadım, kendimi ifade etmede zorlandım. Saha çalışmalarımız yoğundu gebe takibi, aşılar yine yöreye özgü koşullardan kaynaklı aşıya direnç vardı bazen dakikalarca ikna etmeye çalışıyordum, doğurganlık oranı yüksekti Aile planlaması konusundaki tüm tavsiyelerim ters tepiyordu tüm bu sıkıntılar artık hastanede çalışmamın daha doğru olduğu fikrine yönlendirmişti. Yıllarca acillerde, 112 ambulans servisinde çalıştım son 12 yıldır da diyaliz hekimi olarak görev yapıyorum. Sağlık sisteminin tüm birimlerinde çalışmış bir hekim olarak eskinin sağlık ocağı şimdilerin Aile sağlığı merkezi hekimliğini çok önemsiyorum. Halka en yakın birimler olarak önemli bir açığı kapatıyorlar her ne kadar sistem değişikliğinden kaynaklı birçok sorunu da beraberinde getirmiş olsa birinci basamak sağlık hizmetleri güçlendirilmiş alt yapı ve tamamlanmış personel açığı ile koruyucu sağlık hizmetlerinde tekrar o eski parlak sosyalizasyon günlerine geri dönebilir inanıyorum. Pandemi döneminde hastanelerin sadece covidli hastalara yataklı tedavi hizmeti vermesi nedeniyle poliklinik yükleri çok arttı bunun dışında yürütmeleri gereken rutin işleri, aşılama hizmetlerinde yaşanan aksaklıklar derken Aile hekimliği biriminde çalışan Hekim ve Hemşire arkadaşlarımız çok yoruldular. Ne yazık ki ülkemizde henüz gelişmemiş sağlık okur yazarlığı ve sağlık kuruluşlarına kolay erişim, sevk zincirinin işletilmemesi gibi nedenler başvuru sıklığının artmasına bundan kaynaklı suiistimallerin yoğunluğuna neden oluyor. Riskin yüksek olduğu Aile hekimliği birimlerini halk olarak hem kendi sağlığımızı hem de çalışanların sağlığını daha fazla tehdit etmemek adına zorunlu olmadıkça ziyaret etmemeliyiz.
DR. RUHSAR UÇAR
Sevgili kardeşim bizler gibi Mersin’de doğmuştu. Mersinli olmakla övünür,gurur duyardı.
İlk ve ortaokulu Mersinde tamamladı. Tıp doktoru olmayı çok erken kafasına koymuştu. Başka bir meslek düşünmüyordu. Nitekim lise mezuniyetinin ilk yılında üniversite sınavında başarılı olmasına rağmen tıp fakültesi olmayıca başka bölümleri tercih etmedi. Bir yıl beklemeyi göze aldı. Ertesi yıl İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa tıp fakültesini kazanarak ilk hedefine ulaştı. Fakültesi ile övünürdü. Öyleki benim mezun olduğum Çapa tıp fakültesinden daha iyi olduğunu şaka ile iddaa ederek beni kızdırmaya çalışırdı. Gerçekten iyi bir hekim olarak mezun oldu. Fakültede kalıp öğretim üyesi olacağına emindik. Öyle olmadı, tıpta uzmanlığa ilgi duymadı. Bunun nedenini asla öğrenemedik..
Sosyal açıdan aktifti.Spordan çok sanatla ilgileniyordu. Özellikle sesli müziğe ilgisi vardı. Aktif olarak birkaç koroda görev aldığını biliyorum. Klasik batı müziğini de sever dinlerdi. Bir keresinde beraber dinlediğimiz bir parça konusunda iddialaştık.Sonunda o haklı çıktı.
Her tür arkadaş grubu vardı, Naif biriydi, Ortama kolay adapte olur kendini sevdirirdi. Bir gün çocuklarımla sohpet ederken onlara; çok paranız değil çok arkadaşınız olsun öğüdünü vermişti. Başından geçen talihsiz bir rahatsılık ve kötü bir elilik onu negatif yönde etkilediyse de vefatında bizi arayaların çokluğu ne denli sevildiğinin göstergesiydi. Erken kaybı bizi ve sevenlerini çok üzdü. Sevenlerinin başı sağolsun.
DR. ZEKERİYA AYDOĞAN
NEZİH: lekesiz, temiz, güzel, kibar
Kişilik anlamında da Nezih abiyi anlatan kelimeler; lekesiz, temiz, güzel, kibar tam da sözlük anlamı ile birebir uyuşuyordu.
Her zaman işe rengarenk tişört ve kazaklarıyla, ütülü pantolonları, boyanmış ya da iyice silinmiş ayakkabılarıyla, sinek kaydı tıraşıyla, saçlarını özenli taramasıyla gelirdi Nezih Abi’nin yüzü pırıl pırıl tertemizdi, her daim bakımlı ve özenliydi. Yaştan oluşan lekeleri için elma sirkesi sürerdi. Geçen sene evde hazırladığım elma sirkesini hediye edince çok mutlu olmuştu. Bu sene de elma sirken hazır abi ama sen yoksun….
Pandemi başlayınca ekip arkadaşı olarak çalışmaya başlayıncaya kadar seni ne kadar az tanıdığımı fark ettim. Önceleri sadece uyumlu, kibar, saygılı biri olarak bilir iken tanıdıkça geçmişi olan ve geleceğe dair hayalleriyle kanlı canlı bir insana dönüştün gözümde. Ne çok meziyetin olduğunu, geçmişte ne kadar aktif biri olduğunu anlattıklarından öğrendim. Ne kadar güzel sesin olduğunu ve ne kadar güzel şiir okuduğunu….
Emeklilik dilekçeni verip işlem yapılmadığındaki hüznün kadar gelecekle ilgili hayallerini öğrendim. Deniz kenarında bir ev almaya paranın yetip yetmeyeceğini hesaplarken, evinde balkonunda denize karşı oturup kim bilir hangi müziği mırıldanacağını hayal ettin.
Sokağa çıkma yasaklarında evinin ne kadar sessiz ve yalnız yaşamanın ne kadar sıkıcı olduğunu, biz çocuklardan şikâyet ederken hayatımın en iyi kararı çocuğumun olmaması derken gözlerindeki hüznü, Arkadaşlarımızdan birini eğlenmek için kızdırırken kenarda kıs kıs gülüşün,
Ekibin içindeki tek erkek olarak seni pamuk prens ilan edip, yedi güzel ile poz verişindeki nezaketin gözümün önüne geliyor hep seni düşününce.
Bir yanın insanlardan uzak durmak isterken, bir yanının hayatın içinde olmak için can attığını düşündüm hep. Geçmişte ne yaşadın, neye kime kırgınlığın oldu da hep uzak kapalı bir kutu olarak kaldın hep merak ettim.
Son günlerin bizi çok yaraladı Abiciğim. Saturasyonların düştüğünde bizi arayıp ‘beni yatıracaklar’ demen, hemen bir gün sonra zor nefes alırken ‘ben çok kötüyüm, yoğun bakımda yer yok yardım edin’ derken anladık bizi uzak görmediğini ve ailenin içine dahil ettiğini.
Yoğun bakıma yattıktan sonra hep takip ettik. Entübe olmadan önce sana bakan Gülcan hemşire ile konuştuk. Zor nefes alırken bile adına yakışır şekilde nezaketinden hiçbir şey kaybetmeden hayata tutunmak için elinden geleni sonuna kadar yaptığını öğrendik.
Bir pazartesi günü seni ‘’Abi bu sene hiç tatil yapamadın. Git 10 gün dinlen’’ diyerek seni aile sağlığı merkezinden uğurlarken 15 gün sonra gene bir pazartesi günü ebediyete uğurladık.
OLMADI ABİ! BU KADAR UZUN TATİLİ HİÇ PLANLAMAMIŞTIK.
Uzm. Dr. EMİNE ESİN YILMAZ
TURGUT TÜRKALP ASM
Adı gibi, dili ve gönlü de Nezih bir insan geçti bu dünyadan.
Mahallemizin Sağlık Ocağını Aile Hekimi olarak seçmesi, ’kankam’’ diye tanımladığı merhum Dr. Nezir GÜLTEKİN abimiz nedeniyle oldu. Öncelerde geçirdiği beyin ameliyatlarının onu fazlasıyla yıpratıp üzdüğünü fark etmiştik. Bir sebebini bulup da onu suskun dünyasından alıverirdi Nezir Ağabey. Hafta sonlarını mutlaka kahvaltı ve dağ yürüyüşü gibi etkinliklerle renklendirirdi. Sonralarda ASM’ ye gelen hekim arkadaşları da ona daima sevgi ve güven verdiler. Malum virüs sürecinde çok kısa zamanda iyi dostluklar kurdular.
Çok az insan onun gönlünün etrafını çevreleyen perdeyi aşabildi. O perdenin ardında sanata ve müziğe tutkun bir yürek vardı. Bir gün öğlen çay molasında eczanemde benden bir şarkı istedi. O şarkı onun aslında hayat özeti gibiydi. Ben çaldım o söyledi.
‘’Dil şad olacak diye kaç yıl avuttu felek
Saçıma karlar yağmış, boşuna yaz beklemek’’
Evet beklemeyi sevmezdi. Virüse yakalandıktan sonra da çok beklemedi. Nice yaşanmamış hayatları, duyguları ve umutları sırtına yükledi ve başını alıp gitti.
Ecz. Osman KORKMAZ
Bir savaş var dediler, daha öncesinde hiç tecrübe etmediğimiz savaşa alkışlarla yollanıyorduk. Dün gibi hatırımda daha hiçbir kılavuz ya da yol haritası yokken altı hekim bir araya gelip ne yapmalı, nasıl yapmalı, cephede nasıl sağ kalmalı bunları konuşur bulduk kendimizi. Ekipler oluşturduk az da olsa fırsat yaratmak için dinlenmeye, direncimizi düşürmeyip güçlü kalmak adına. İşte böyle bir dönemde daha yakından tanıma şansı buldum Nezih Abi’yi. Çok uzun değildi arkadaşlığımız ama çok sıkı bir yoldaşlığın başlangıcıydı bu süreç. Durum değerlendirmesi sonucu Nezih Abi’yi cephede az geriye almaya karar kılmıştık. Süreç uzundu, yoğundu, yorucuydu, Küçücük yemek molalarında moral bulmaya çalıştık. İyi ki de yapmışız. Hiç bilmezliğimiz ve maalesef çok az yaşama şansımız olan başka bir Nezih Abi’yi bulduk bu küçük molalarda. Önce forma giydirdik yıllar sonra, yeşillerde pek yakışırdı abimizin yeşil gözlerine. Sonrasında şiirler okudu bize, şarkılar söyledi güzel sesiyle. Şaşırıp kalmıştık hiç böyle bilmezdik hiç görmemiştik böyle. Hepimiz çok etkilendik. Fırsat buldukça dinlemek için az da olsa sıkıştırırdık kendisini. O prensimiz bizde yedi güzelleri idik. Tek başına kalmıştı aramızda. Yüzü güler olmuştu hatta emekli olmak için verdiği ama kabul olmayan dilekçesine bile çok takılmaz olmuştu. Bir de molalarda nefes almaya kaçtığımız eczaneler var. Az da olsa havamızı değiştirip muhabbetleri de çayları kadar sıcak olan güzel molalar. Abi peşindeyiz, burada da rahat yok diyerek takılmalarımız. Bunlar iyiydi güzeldi ama gittikçe yükümüz artıyordu. Azalmıştık, yorulmuştuk, hastalar da çoğalmıştı. Geri planda çalışan Nezih Abi’de katılmıştı artık ön saflara. Ama hep en çok korkan oydu, en çok kızan maskesiz gelen hastalara, sorumsuzca gereksiz sık sık ziyarete gelen hasta olmayan hastalara, korkuyordu virüsten, korkuyordu hasta olmaktan belki de hissediyordu yakalarsa bırakmayacağını kendisini…Böyle aylar geçti, virüs bir türlü gitmek bilmedi. İyice artmıştı vaka sayısı ve ne kadar uyarılsalar da ufak tefek her şey için başvurular oluyordu bizlere. Kimseden cevap bulamadıkları soruların cevabını bizde arıyorlardı. Ve maalesef PCR (+) hastalarda pek sık ziyaret eder olmuşlardı bizi. Kışın gelmesi ile polikliniklere girmek zorunda kalan bizler daha fazla maruz kalır olduk virüse. Hep şüphe içindeydik Esin ile ayakta mı geçiriyoruz / geçirdik bizler de.
Ve bir gün, bir cuma Nezih Abi tüm nezaketiyle vedalaşarak ayrıldı poliklinikten, pazartesi görüşme dileğiyle iyi tatiller dedi hepimize. Kasımın son hafta sonu aldık “az kırgınım, ateşim var” dediği mesajını. Hemen test yaptırdığını öğrendik ve sonucun pozitif olduğunu. Pazartesi Kasım’ın son günü hiç bilemedik başımıza gelecekleri “Abi çok yoruldun, az dinlen, on gün tatil sana” diyerek uğurladık ve son görüşümüz de buydu.
Tek yaşardı Nezih abi ama iyi bakardı kendine yemesi, içmesi, temizliği, titizliği, giyimi ile tam bir beyefendiydi. İlk günlerde her teklifimizi nezaketle geri çevirip “iyiyim ben diyordu, çorba teklifimiz cazip gelmiyordu. Ama hafta sonuna doğru değişmeye başladı klinik. Ekiptik Nezih Abi, Esin ve ben. Esin hem Aile Hekimi hem yoldaşı hem de benden çok daha yakındı Nezih Abi’ye. Gerekli ekipmanları sağlayarak saturasyonunu takip etmeye başladık. Nefesi kesiliyor, saturasyonlar düşüyor, bize kaygı basıyordu. Daha fazla direnemedi taleplerimize gitti hastaneye, gitti ama kolay olmadı doluydu her yer. Şakalarla moral vermeye çalışıyordum, ziyaretinde ne getireyim diye sorduğumda maske ve su demişti, girebilirsen tabii ki içeriye. Bu son kahkahasıydı kulaklarımda. Bir sonraki konuşması ise nasıl bu halde olur bir günde dedirtti bana. Pazartesi sabahıydı” Aynur iyi değilim yoğun bakım bulur musunuz bana” dedi nefes nefese, tamamlayamadan kapattı telefonu. Neye uğradığımı şaşırdım. Dün şaka yapan abimin nefesi kesiliyor, konuşamıyordu. Dört bir koldan eş dost seferber oldu, yoğun bakımda emin ellere teslim ettik abimizi. Ümit ettik, alabileceği en iyi tedaviyi alıp dönecekti aramıza. Hiçbir şey umduğumuz gibi olmadı. Birkaç gün içinde yorulduğunu, direnmekten vazgeçtiğini, entube edildiğini öğrendik. Bir daha sesini hiç duyamadım, hiç mesaj yazamadım. Elimden geldiğince haber almak için her imkânı kullandım. Her birimiz telaşlıydık, iyiye gitmiyordu. Öyle kötü bir haldeydik ki ziyaret edemiyoruz, ne ihtiyacı var bilemiyoruz. Çok isterdim ellerinden tutup diren abi diyebilmeyi.biz buradayız deyip moral verebilmeyi, bırakma nefesini diyebilmeyi… Hiçbirini yapamadım!
En sağlıklı görüntüsü ile kaldı gözlerimde, yardım isterken bile nezaketini kaybetmeyen sesi kaldı kulaklarımda. Yoğun bakıma girdikten 1 hafta sonra geldi acı haber. Ateş düştü yüreğime, ateş düştü cephede nöbet tuttuğumuz siperlere. Kabul etmek zordu. Bu ihtimali hiç düşünmemiştik ki. Biraz dinlenip dön diye yolcu etmiştik biz. Cenaze töreni diyorlar, yasak var diyorlar, kişi sınırlaması var diyorlar. Ne yapacağımızla ilgili hiçbir fikir yok. Sadece gitmek istiyoruz, onu karşılamak ve son yoluculuğunda orada olmak istiyoruz dedik hep bir ağızdan.14 Aralık 2020 ‘de yağmurlu bir günde gözyaşları ile uğurladık Nezih Abi’yi.
Çok acı, çok ağır geldi ayrılık. Hep duyduk, birçok arkadaşımızı, meslektaşlarımızı kaybettik bu süreçte ama bu başkaydı. Eksik bir hikâye gibi. Yapacağımız, yapmak istediğimiz çok şey vardı. Daha yeni yeni katılmıştı aramıza, açmıştı kendi dünyasının kapılarını bize. Dinlemek isterdim hikayesini, kırgınlıklarını, mutluluklarını, hayallerini bilmek isterdim mesela.
Ne az şey biriktirdiğimiz için üzgünüm. Nurlar içinde rahat uyu Nezih Abi…
Uzm. Dr. Aynur Bağcı Telli
TURGUT TÜRKALP ASM