Acıtan Netlik mi, Oyalayan Belirsizlik mi? Bir Seçimin İkileminde İnsan Kalmak
Hayat dediğimiz şey, çoğu zaman keskin virajlardan, sisli yollardan ve belirsizliklerle çevrili patikalardan ibaret. İnsan bazen yolunu bulmak için netliğe ihtiyaç duyar; bazen ise sırf umut ettiği ihtimaller için o belirsiz yolun sonunda bir ışık arar. İşte tam da bu noktada kulağa tokat gibi çarpan bir söz belirir zihinlerde:
“Canını yakan bir netlik, seni tutan umutlu bir belirsizlikten daha iyidir.”
Bu cümle ilk bakışta acımasız görünebilir. Kim canını yakacak bir hakikati isteyebilir ki? Kim göz göre göre kalbinin kırılmasına razı olur? Ama işin özünde, insanı en çok yoran şeyin "bilmemek" olduğunu anlıyoruz. Beklemek, neyin içinde olduğunu kestirememek, sürekli acaba’larla boğuşmak… Belirsizlik, zihinsel bir esaret halini alır zamanla. Ne ilerleyebilirsin, ne de tamamen geri dönebilirsin. Askıda kalmış bir karar gibi, havada asılı bir hayat yaşarsın.
Bir ilişkinin nereye gittiğini bilmemek, bir işin olup olmayacağına dair sürekli beklenti içinde yaşamak, bir hastalığın teşhisinin konulamaması… Bunların hepsi, umutla beslenen ama kökleri olmayan belirsizliklerdir. Ve ne yazık ki umut çoğu zaman en büyük kandırmacadır. Belirsizliğe katlanmamızın tek sebebi, sonunda güzel bir şey olacağına dair kendimizi inandırmamızdır. Ama o güzel şey belki de hiç gelmeyecektir.
Öte yandan netlik... Evet, can yakar. Ama aynı zamanda özgürleştirir. Bir ilişkinin bittiğini bilmek, artık bir işin olmayacağını öğrenmek ya da kesin bir sonuçla yüzleşmek ilk anda bir sarsıntı yaratır. Fakat o sarsıntının ardından gelen şey berraklıktır. Netlik, yas tutma sürecini başlatır ama aynı zamanda yeni yolların kapısını da aralar. Canı yakar, ama aynı zamanda yön verir. Çünkü insan, ancak bildiği şeyin üzerine adım atabilir. Görmediği, tarif edemediği bir duygunun içinde ilerlemek, ne yazık ki sadece zaman kaybettirir.
Bu cümle, özellikle modern insanın ruh haline çok denk düşüyor. Belirsizliğin içinde savrulan, umutla oyalanan, karar veremeyen, erteleyen bir insanlık portresi var karşımızda. Teknoloji çağındayız, her bilgiye ulaşım hızlı; ama yine de duygusal dünyamızda bir o kadar yavaş ve tedirginiz. Bu çelişki içinde belki de en çok ihtiyacımız olan şey, yakıcı da olsa bir netliktir. Bizi yerimizden kaldıracak, ayağımızı yerden kesecek kadar sarsıcı, ama aynı zamanda silkelenmemizi sağlayacak kadar gerçek bir netlik...
Netlik; bir “hayır” cevabıdır belki, ama bu hayır bize evetlerin nerede olduğunu gösterir. Netlik; kapanmış bir kapıdır, ama başka kapılara yönelme cesareti verir. Belirsizlik ise çoğu zaman bir boşlukta dönüp durmak gibidir; ne düşersin ne de yükselirsin. Sadece dönersin... Yani ilerlemezsin.
Bu yüzden, "umutlu" kelimesi ne kadar çekici olursa olsun, "belirsizlik" kelimesiyle yan yana geldiğinde bir teselliye dönüşür, çözüm sunmaz. Umutla oyalandığımız belirsizlikler, çoğu zaman korktuğumuz gerçekle yüzleşmekten kaçmamıza neden olur. Oysa bazen yüzleşmek, can yakan bir gerçeği öğrenmek, bizi olduğumuz yerden alır ve bambaşka bir yola sokar. Belki o yol başlangıçta zordur ama en azından yoldur. Belirsizlikte ise adım atamazsın.
Bir toplumun da bu ikilemle yüzleşmesi gerekir zaman zaman. Gerçekleri açıkça görmek mi daha iyidir, yoksa belki değişir diye bir şeyleri sürüncemede bırakmak mı? Bu sadece bireysel bir mesele değil, politikadan eğitime, ekonomiden kültüre kadar birçok alanda geçerli bir sorgulamadır. Çünkü bazen bir ülke, belirsiz umutlara tutunarak yıllarını kaybedebilir.
Gerçeklerle yüzleşmenin gücü, hayali umutların ardına saklanmaktan çok daha kıymetlidir. Çünkü insan, ancak netlikle ilerleyebilir. Ve ancak ilerleyen insan, gerçekten yaşayabilir.