Bu yazı, sadece bir geleneği yad etmek için değil, zihniyet dünyamızdaki bir prangayı kırmak adına bir ihtiyaçtan kaleme alınmıştır.

Her yıl Aralık ayının ortasında okullarımızı saran o tanıdık mandalina kokusu, aslında bize çok daha büyük ve derin bir hikâyenin ipuçlarını verir. Ancak biz, uzun yıllardır bu hikâyeyi hep eksik okuduk, hep eksik anlattık. Yerli malı haftalarını sadece toprağın bize sunduğu meyvelerle, yerel lezzetlerle kutladık. Oysa bugün dünya, sadece ne yediğinizle değil, hangi teknolojiyi ürettiğimizle ve bu üretimin ne kadarını kendi imkânlarınızla gerçekleştirdiğinizle ilgileniyor. İşte tam bu noktada, bilimsel ve stratejik bir perspektifle ele almamız gereken bir gerçeklik doğuyor: Yerli Malı Paradoksu.

Bir Ritüelin Ötesi, Yerli Malı Paradoksu ve Milli Vizyon

Yerli malı kavramını sadece gastronomik bir öğe veya bir "tüketim nesnesi" olarak görmek, farkında olmadan kendimizi küresel bir hammadde tedarikçisi rolüne hapsetmektir. Paradoks şudur: Bir yandan yerli malı kullanımını teşvik eden şiirler okurken, diğer yandan cebimizdeki telefondan fabrikamızdaki yazılıma, savunma sistemlerimizden kullandığımız tıbbi cihazlara kadar her alanda dışa bağımlı kalmayı kanıksıyoruz. Gerçek bir kalkınma vizyonu, yerli malını bir nostalji durağı olmaktan çıkarıp, onu bir "ekonomik bağımsızlık anahtarı" olarak konumlandırmayı gerektirir.

Türkiye’nin yerli ve milli mallarla daha güçlü olacağı vizyonu, bir romantizm değil, matematiksel ve stratejik bir zorunluluktur. Kendi ayakları üzerinde duran bir ülke, sadece tarımıyla değil; yüksek teknoloji içeren çiplerinden yerli yazılımlarına kadar her alanda "biz buradayız" diyebilen bir ülkedir. Bu özgüvenin temeli ise, ithal hayallerin tüketicisi olmak yerine, milli gerçeklerin üreticisi olmaktan geçer.

Patlamayan Güllelerden Çelik Kanatlara

Bu paradoksun bedelini tarih bize en acı şekilde, dumanı tüten savaş meydanlarında ödetmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde yaşanan Tophane-i Amire hadisesi, bugün bile kulaklarımıza küpe olmalıdır. Bir zamanlar dünyanın en gelişmiş top döküm merkezi olan Tophane, sanayi devriminin hızını yakalayamayıp kendi üretimini durdurduğunda, "hazıra konma" hastalığının kurbanı oldu. Kendi topunu ve güllesini dökme kabiliyetini ihmal eden devlet, dışarıdan mühimmat ithal etmeye başladı. Ancak savaş kapıya dayandığında, en kritik anlarda dışarıdan alınan o güllelerin patlamadığı, mekanizmaların çalışmadığı görüldü. Bu, sadece teknik bir arıza değil, egemenliğin devredilmesinin bir sonucuydu. İhtiyaç anında kontrol edemediğiniz veya anahtarı başkasının elinde olan bir teknoloji, sahibine sadece sahte bir güven verir.

Bugün Türkiye, bu tarihi hatadan aldığı dersle milli savunma sektöründe bir devrim gerçekleştirmektedir. Savunma sanayiindeki yerlilik oranının %20’lerden %80’lerin üzerine çıkması, aslında o patlamayan güllelerin tarihsel intikamıdır. Sadece birer silah değil, birer "akıllı algoritma" olan Bayraktar TB2 ve Akıncı gibi insansız hava araçlarımız, gökyüzündeki yerli imzamızdır. Kendi motorunu üretme yolunda dev adımlar atan TEI; denizlerdeki hakimiyetimizin mührü olan TCG Anadolu ve MİLGEM projeleri; veya semalarımızın yeni çelik kanadı KAAN, yerli malı kavramının artık bir "kuruyemiş tabağı" olmadığını tüm dünyaya ilan etmektedir. Gökbey helikopterimizden Altay tankımıza, Atmaca füzelerimizden siber güvenlik yazılımlarımıza kadar her bir proje, tedarik zinciri ve lojistikte dışa bağımlılığı kıran stratejik birer kaledir.

Tedarik Zinciri ve Müreffeh Bir Gelecek

Milli savunmadaki bu başarı, aslında tüm sanayi kollarını yukarı çeken bir lokomotif görevi görür. Savunma sektöründe geliştirilen bir kompozit malzeme, yarın yerli otomobilimiz TOGG’un şasinde; orada üretilen bir yazılım, tarımda kullanılan akıllı sulama sistemlerinde hayat bulur. Tedarik zinciri ve lojistikte yerli ürünlerin piyasa payının artması, sadece ekonomik bir veri değildir; bu, küresel krizlerde, pandemilerde veya ambargolarda ülkenin damarlarının kesilmemesi demektir. Kendi ayakları üzerinde duran bir ülke, dövizini dışarıya "lisans bedeli" olarak akıtmak yerine, kendi mühendisine, kendi işçisine ve kendi AR-GE merkezine yatırır. Bu döngü, toplumun refah seviyesini doğrudan yükselten, dış şoklara karşı bağışıklık kazandıran bir ekonomik kalkınma modelidir.

Mandalina Kokulu Sınıflarda Geleceği Tasarlamak

Peki, bu vizyonu o mandalina kokulu sınıflardan başlayarak nasıl gerçeğe dönüştüreceğiz? Öğrencilerimizde yerli ürün bilinci geliştirmek, onlara sadece yerli malı yedirmekle değil, onlara üretmenin hazzını yaşatmakla mümkündür. Eğitim sistemimizde "yerli malı" kavramını, mutfaktan laboratuvara taşımalıyız:

  • Kodlayan Eller, Üreten Zihinler: Yerli Malı Haftası'nda masalara sadece yiyecekler değil, çocukların kendi yazdığı kodlar, tasarladığı basit robotik kitler ve yerli mühendislerimizin başarı hikâyeleri konulmalıdır.
  • Ekonomik Bağlantı: Öğrencilere bir kalem veya bir yazılım seçerken bile, bu tercihin kendi ablasının iş imkânı, kendi ülkesinin gelecekteki hastanesi veya okulu olduğunu somut örneklerle anlatmalıyız.
  • Tarih ve Vizyon Köprüsü: Tophane-i Amire örneği üzerinden, "bağımsızlığın sadece bayrakla değil, yerli çarklarla korunduğu" bilinci verilmelidir. KIZILELMA’nın neden sadece bir uçak değil, bir "özgürlük ilanı" olduğu tartışılmalıdır.

Bir Haftalık Kutlama Değil, Bir Ömürlük Yolculuk

Türkiye’nin yerli ve milli mallarla daha güçlü olacağı vizyonu, bir içe kapanma değil, bir "özgürleşme" hamlesidir. Kendi teknolojisini üretemeyen toplumlar, başkalarının ürettiği hayallerin tüketicisi olmaya mahkumdur. Yerli malı haftasını, bir haftalık bir etkinlikten bir ömürlük bir "milli teknoloji hamlesi" bilincine dönüştürdüğümüzde; Tophane’nin patlamayan gülleleri, tarihin tozlu raflarında bir daha tekrarlanmamak üzere yerini alacaktır.

Yerli Malı Haftası’nı bir nostalji olmaktan çıkarıp, evlatlarımızın zihnine "Milli Teknoloji Hamlesi"nin tohumlarını ektiğimiz bir uyanış miladına dönüştürmeliyiz. Çünkü kendi çarkını döndüremeyen, kendi yazılımını yazamayan ve kendi hayalini üretemeyen bir millet, başkasının çizdiği sınırların içinde yaşamaya mahkûmdur. Bizim vizyonumuz; üreten, tasarlayan ve kendi ayakları üzerinde dimdik durarak dünyaya yön veren, müreffeh ve büyük Türkiye’dir. Gelecek, yerli bir ruhla, milli bir azimle inşa edilecektir.

Sağlıcakla, hoşça kalın.