Yavuz Bülent Bakiler Gürül Gürül Akan Bir Şiir Sesi Sustu

Türk şiiri, bir gürül gürül akan sesi yitirdi.

Yavuz Bülent Bakiler artık aramızda değil; ama onun sesi biliyoruz ki Anadolu’nun rüzgârında, taşında, türküsünde yankılanacak.

O, şiiri bir süs değil ;bir varoluş biçimi olarak yaşadı.

Kelimeleri bir halkın vicdanına dokunur, sesi her zaman memleketten gelirdi.

“Ben, kağnılarla yaylılarla büyüdüm geldim

Çocuk yüreğimi yakan türküler dinleye dinleye…

Mahzun kağnılarınla, nazlı yaylılarınla

Ve tozlu yollarınla sevdim seni Türkiye!”

Bu dizeler, onun hayatının özeti gibidir.

Bakiler, Anadolu’yu yalnız görmekle kalmadı; dinledi, kokladı, içine çekti. Sonra da bir dua gibi mısralara döktü.

“Ben Anadoluyum…

Yıllar yılı susuz kaldım, yıllar yılı aç…

Şükrederek kalktığım sofralarımda

Ya soğan ekmek olur, yahut bulamaç.

Hastalarım ölüm yataklarında

Ne doktor yüzü gördüm, ne ilaç…”

Bu şiirinde Anadolu, yalnız bir coğrafya değil, acıyı sabırla yoğuran bir ana figürüdür.

Bakiler, Anadolu’yu romantik bir manzara değil, çekilen çilenin, üretmenin ve direnmenin sembolü olarak görür.

Bu yönüyle onun sesi bir halkın nabzıdır: Hem isyankâr hem vefalı.

Ama aynı kalem, en naif duygularda da bir zarafetle parlar:

“Bir gün baksam ki gelmişsin…

Gülüşünde taze serin bir rüzgâr,

Ellerin yine eskisi kadar güzel,

Çiçek açmış dokunduğun bütün kapılar…”

Bakiler’in aşk şiirlerinde, aynı Anadolu insanının içtenliği vardır.

Ne abartı, ne süs…

Sadece özlem, sadece saf bir sevinç.

Aşkı da tıpkı vatanı gibi yaşar: Derinden, suskun ama sonsuz bir inançla.

“Gün değil, ay değil, böyle her sene…

Tenha sokaklara savruluşum ne?

Seni arıyorum deli-divâne:

—Anne! Anne! Anne!”

Bu “anne” sesi, sadece bir insanın değil, bir milletin özlemini taşır.

Bakiler’in şiirinde anne, toprak olur, vatan olur, ses olur.

Ve bazen, bu ses bir çağlayana dönüşür:

“Sözde senden kaçıyorum

Dolu dizgin atlarla…

Ama sen hep bin yıllık bilenmiş inatlarla

Karşıma çıkıyorsun en serin imbatlarda…”

İşte o dizelerdeki coşku, Bakiler’in şiir dilinin ta kendisidir.

Gürül gürül, yer yer yürek yakan ama asla kırılmayan bir ses.

Onun şiiri, yumuşak bir ırmakla kudretli bir dağ arasındaki ince çizgide akar.

Türk şiiri, bu gür sesi yitirdi.

Bir ses sustu ama o sesten doğan yankı Türkçe’nin içinde sonsuza dek sürecek.

“Ve tozlu yollarınla sevdim seni Türkiye.”