Kırdaki Zambak ve Gökteki Kuş: Hayatın Sessiz Öğretmenleri

Hayat bazen o kadar gürültülü hale geliyor ki kendi iç sesimizi duyamıyoruz. Sabahları uyanır uyanmaz telefon ekranına bakıyoruz, gün içinde sürekli bir koşturmaca içindeyiz.

İş bitmiyor , yorgunluk dinmiyor, içimizde hep bir “yetemedim” duygusu geziniyor. Belki de en büyük yorgunluğumuz, kendimize yetişememekten geliyor. Böyle zamanlarda insanın eline Kierkegaard’ın Kırdaki Zambak ve Gökteki Kuş kitabı geçerse, sanki biri kolundan tutup “Dur biraz, nefes al” der gibi olur.
Kierkegaard bu küçük ama derin kitabında bize gösterişin, hırsın, kıyasın ötesinde bir dünyanın var olduğunu hatırlatıyor. Kırda açan bir zambağın ne kadar sessiz ama ne kadar anlamlı olduğunu anlatıyor. Gökte süzülen bir kuşun hiçbir şeye sahip olmadan nasıl özgür yaşadığını söylüyor. Onlar çalışmaz, üretmez, gelecek kaygısı taşımaz yine de hayat onlara gülümser. Çünkü Tanrı onların varlığını bilir, onları gözetir.

İnsan da böyledir, olmalıdır aslında.
İnsanın kendi varoluşunu sorgulaması Kierkegaard’ın merkezindedir. “Tanrı benimle ne kastetmiş olabilir?” sorusu kitabın kalbidir. Her insanın dünyaya gelişinde bir anlam vardır, bir iz vardır.
Her parmak izinin benzersiz olması gibi, her ruhun da kendine ait bir hikâyesi bulunur. O hikâyeyi bulmak, onu iyiye dönüştürmek, insanın en büyük sorumluluğudur. Fakat bizler çoğu zaman kendi hikâyemizi unutup başkalarının hikâyelerine özeniyoruz. Başkasının yolunu yürüyüp kendi yolumuzu kaybediyoruz.
Bu kitap, bir felsefe metninden çok bir iç yolculuk çağrısı gibidir. Sade diliyle insanın kalbine dokunur. “Neden bu kadar telaş ediyorsun?” diye fısıldar adeta.

“Hayat, kırdaki bir zambağın sessizliğinde de anlamlı olabilir.” Derin düşünceler sade cümlelerle söylenir. Kierkegaard okuyucusuna yaşamın özünü değil, özün içindeki yaşamı gösterir.
Modern zamanlarda kaygı, korku, yetişememe hali hepimizin payına düşen bir yüktür. Herkes bir şey olma çabasında, herkes daha görünür olmanın derdindedir. Oysa zambak görünmek için değil, var olmak için açar. Kuş uçmak için değil, yaşamak için uçar. Onlar ne olduklarını bilir, oldukları gibi olmanın huzurunu taşırlar. Biz ise çoğu zaman kendimiz olmaktan korkarız. Çünkü kendimiz olmanın bedeli vardır. Oysa Kierkegaard’ın sesi hâlâ kulaklarımızda yankılanır: “Kendin ol, çünkü Tanrı seni başkası olasın diye yaratmadı.”
Belki de bu kitap bize unuttuğumuz bir şeyi hatırlatıyor. Hayat, sahip olduklarımızdan çok hissettiklerimizle anlam kazanıyor. İnsan, kendini anlamaya başladığında dünyayı da daha doğru görmeye başlıyor. Zambak gibi sade, kuş gibi özgür olmanın yolu, içsel bir teslimiyetten geçiyor. Tanrı’nın bizi unuttuğunu düşündüğümüz anlarda bile o aslında en yakınımızda oluyor.
Kırdaki Zambak ve Gökteki Kuş, sadece bir felsefi metin değil, ruhun aynasıdır. Her okuyuşta başka bir kapı açar.

Bazen bir sabah yürüyüşünde, bazen bir sessizlikte, bazen de bir kaygı anında anlam bulur. Kierkegaard’ın sesi yüzyıllar öncesinden bugüne ulaşır. Aynı soruyu bize de sordurur:

Ben neden buradayım?

Cevabı dışarıda değil, içimizdedir. Tefekkürde saklıdır.