Karaydı gözleri, keskindi bakışları, koca bir
dünya ve kırık hayaller vardı ardında.
Gülüşü belli etmese de dudakları titriyordu,
kelimeler uçuverecek diye zor tutarken kendini.
Güçlü elleri, yumuşacık ellere hasret, yüreği
sıcak bir sevgiye özlem doluydu.
Yılların kırgınlığını silip atacak o ürkek, masum
teni huzur kokan kadınını bekliyordu.
Kader miydi bilinmez, karşılaşmamız
tesadüf mü yoksa?
Sanki bunca sene birbirimizi beklemiştik.
Birbirimizden habersiz güzel bir yemek
davetinde aynı masaya denk gelmişti yerimiz,
Kalabalık masada tam karşısına oturmuştum
tanımadan, bilmeden.
Beklediğim sevgilinin karşımda durduğunu
hissetmeden, göz göze geldiğimiz “o an“
Yılların özlemini doldurmuş, bir bakışta
anlatmıştı gözleri gözlerime öyle içten bakarken,
Bir çırpıda okudum aşkı kara gözlerine
daldığımda.
Hani derler ya “ ilk görüşte aşk” inanmazdım
oysa.
Bir anda silindi salondaki insanlar.
Ne yapacağımı bilemedim tuhaf kalp
çarpıntısıyla.
Bir ara garsonun sesiyle irkildim, ne içmek
isterdim, kaç kez sormuştu?
Hatırlamıyorum ama onun gözlerini içmiştim,
sevdalı zeytin karası gözleri.
Kara bir sevdanın beyaz buğusunda tütsülendim.
Su isteyebildim sadece, belki yatıştırırdı bir anda
midemde uçuşan kelebekleri.
Hani olur ya o an ne yapacağınızı bilemezsiniz,
nereye bakacağınızı, elinizi nereye koyacağınızı,
yemekten bir parça alırken nasıl çiğneyip
yutacağınızı, içinizden gelen ağız dolusu
gülümsemeyi nasıl bastıracağınızı, pır pır atan
kalbinizi nasıl yavaşlatacağınızı.
Sanki herkes size bakıyor gibi ve tüm dünya
anlamışçasına kalırsınız taş kesilip, o an hani
suç işlemiş de görünmemek istercesine bir hale
bürünürsünüz ya…
Ne tuhaf, oysa ki ne güzeldir âşık olmak.
Masada sohbetler hızla ilerlerken biz
gözlerimizle anlaşmış, çoktan çalmıştık
kalplerimizi.
Fonda çalan müzikle dans ediyorduk
bakışlarımızla.
Yavaşça kalktı yerinden kara gözler, gidiyor
galiba diye bir anda telaşlanırken, yanımdabelirdi, “Bu dansı bana lütfeder misiniz?” diye
kulağıma fısıldadı.
O sıcacık kendinden emin el nasıl reddedilirdi ki?
Elimi elinin üzerine koyarak yavaşça kalkarken
yerimden, kalp atışlarımı duymasından
korkuyordum.
Çalan şarkı neydi hatırlamıyorum.
Ne ara dans etmeye başladık, elimi nasıl tuttu,
belimden kendinden emin bir ifadeyle nasıl
kavradı bilmiyorum. Bildiğim tek şey
“huzur”du o an.
Sağlam bir liman...
Danstan değilse de aşktan başım dönmüştü.
Aşkın yaşı, zamanı, mekânı yokmuş anladım.
Kollarında bir kuğu gibiydim adeta.
O ise bir kartal, incitmeden güçlü kollarıyla saran.
“Hoş geldin, teşekkür ederim beni kırmadığın
için” dedi.
O an gözlerine bakamasam da “hoş bulduk”
diyebildim.
Bir cesaretle beni dansa kaldıran ve benimle
konuşmak için çabalayan bu hoş sesin büyüsüne
kapıldım.
Epey sonra ayaklarımızın birbirine çarptığını
fark ettim.
Gülümseyerek, sanırım dans etmeyi
unutmuşum diyebildim.
Ben de çok bilmiyorum zaten, dedi.
Peki, bilmediğimiz dansa neden kalktıköyleyse, diye ekledim muzip bir edayla.
Ellerini tutmak, seni daha yakından tanımak
için, dedi zarif bir sesle.
Çok cesursun, dedim.
O’da; gözlerin cesaretimin sebebi, kalbimse
güzelliğinin esriri oldu, dedi.
Herkes ilk anda öyle söyler diyecektim ki;
gözlerinde ki aşk dolu bakışları ve elimi sımsıkı
kavrayışını fark edince sustum.
Bir daha bu an yaşanır mıydı bilmem.
Gözlerinin arkasında koca bir dünya vardı
yıllardır o dünyayı teslim edeceği kadını
bekleyen...
Gece biterken salonda herkes bir birine
iyi geceler deyip gitmeye başlamıştı.
Ne zordu ayrılmak şimdi, öyle güzel bir
gecenin ardından gidecek olmak canımı sıksa
da tekrar görüşeceğimizi biliyordum.
Ustaca almıştı benden telefon numaramı.
Eve gidince haber verir misin? Merak ederim,
dedi.
Elbette, dedim.
Eve gidiş sanki bir asır gibi geçmişti.
Tekrar sesimizi duymanın keyfi ve heyecanı
ile evlerimize vardığımızı söylüyorduk.
Güzel bir geceydi, unutmayacaktık.
Yıllardır bu anı bekliyor gibi, hani yeniden
doğmuşçasına aşka yeniden doğmuştuk.
Bazen aynı anda aynı şeyleri söylüyor sonrafarkına varınca gülüyorduk.
Huzur vardı bu gülüşte, içten bir hasret ve geç
de olsa bizi karşılaştıran bu kadere teşekkür.
Ertesi akşam beni kahve içmeye davet etti.
Yine aynı heyecan, ama artık daha “biz” olan.
Kahve bahaneydi elbet ama kırk yıl hatırı
olsun istiyor insan.
Güzel bir sohbetin ardından dışarıda yağmur
başlamıştı.
Şemsiyelerimiz yoktu,
Olmasındı zaten.
Yağmur, sevgililere daha çok göz kırpardı.
Uzunca bir süre sessiz yürüdük.
Ceplerimize koymamıştık ellerimizi üşüse de.
Cepler yalnızlar içindir,
Yalnız değildik artık ve aynı heyecanla tuttu
elimden.
Arabaya bindik ve yine bir dans şarkısı
çalıyordu.
Gözlerimiz sadece gözlerimiz dans etti bu sefer
ve daha bir kenetlendi eller “iyi ki geldin,”dedi.
“ İyi ki geldin yüreğime, özlediğim, özendiğim
sevdam hoş geldin...”
Evin önüne geldiğimizde bu kısa da olsa vedalar
gün geçtikçe zor gelecekti biliyorduk.
Sarıldı, sımsıkı sardı.
Huzurumsun, dedi.
Huzuru buldum sende, yıllardır aradığım,umutsuzluğa kapıldığım anda çıktın karşıma.
Huzurumuzduk artık koca dünyanın, onca
telaşının ötesinde kavgaların, gürültülerin,
değeri yiten sevgilerin, günü birlik
Merhabaların, maskeli yüzlerin, yalanın bini bir
para hayalcilerin ardında, kendimize yeni bir
kapı aralamıştık.
Hoş gelmiştik birbirimize, kara gözlerimize
beyaz bir sayfa açmıştık.
Yalnız kalplerimize bir eş, gecelerimize güneş
olmuştuk.
Kısacası yaşanmayı bekleyen tüm güzel
duygulara hoş gelmiştik.
Yılın en uzun gecesiydi 21 Aralık ve
ömrümüzün yeni başlangıcıydı artık…
MAVİ GECE KIRMIZI AŞK kitabından…