Ahmet en arkadaki masayı göstererek ‘oraya oturalım, sakin gözüküyor’ dedi.
Siyah önlüklü garson kız en köşedeki masaya oturacağımızı anladı ve elindeki kırmızı bezle masaya doğru yöneldi. Ensesinde dövme olduğunu fark ettim fakat figürün ne olduğunu tam seçemedim.
Ahmet garsonu yormadan ‘çay’ dedi. Ben menüyü istedim.
Menüyü incelerken gölgesinden birinin bize doğru geldiğini anlamıştım. Kafamı kaldırdım. Tanımıyordum. Adamın Ahmet’i tanıdığı belliydi.
Ahmet ayağa kalktı. Adamın elini sıktı. Hal hatırın ötesine geçmeyen birkaç dakikalık bir sohbetten sonra adam kendi masasına döndü.
Ahmet’in çayı gelmiş, ben de şekersiz elmalı soda istemiştim. İçeceklerden ilk yudumları alınca adamın kim olduğunu sordum.
‘Yıllardır görüşmediğim eski bir lise arkadaşı’ dedi. ‘KOAH olmuş ya da olmak üzere’ dedi. ‘Kalbinin de pek iyi olduğunu zannetmiyorum’ diye de ekledi.
‘Oğlum birkaç dakikada amma attın lan’ diye kahkaha ile karışık sesimi yükselttim.
‘Tipi atletik, uzun boylu, zayıf; sigaranın en sevdiği beden şekli’ dedi biraz da bozulduğunu hissettirerek. ‘Parmakları çomaklaşmış, dudakları siyanotik yani mora yakın, göğüs kafesi geniş ve konuşurken çıkardığı belli belirsiz sesi de unutmamalı’ diye ekledi.
‘Fala bakmak’ gibi dedim.
‘İstemsiz oluyor’ dedi. ‘İstemeden farkediyorum, bazen uyarıyorum, bazense yanlış anlaşılmaktan korkup susuyorum’ diye yakındı.
Biz sohbet ederken, Rus olduğunu tahmin ettiğim çocuklu bir aile yan masaya yerleşmeye çalışıyordu.
Ahmet sapsarı erkek çocuğuna bakarken ‘benim bunları farketmem aslında biraz da artık gecikildiğini ve olması muhtemelin gerçekleştiğini gösterir’ dedi. Çayın son yudumunu da fondipleyip ‘bunu ilan eden olmak da boşuna mıdır aslında bilmem’ diye hayıflandı.
Konuyu dağıtmak istedim. Yan masadaki çocuğun yere düşürdüklerini toplamaya çalışan Rus anneyi izlerken ‘ne olacak bu göçmen işi’ dedim. ‘Bayramda İstanbul’daki görüntüler sosyal medyada insanları birbirine düşürdü’ diye ekledim.
Eliyle garsona ‘bir çay daha’ işareti yaptı Ahmet. ‘Aslında mevzu az önceki arkadaşın bedenindeki rahatsızlıklar gibi, sorunlar görünür oldu’ diye biraz yükseldi.
Gelen çayı yudumladı Ahmet ve ‘2008 ekonomik krizinde İspanya bir benzerini yaşamıştı’ dedi. ‘İşler iyi gitmeyince yerli halkın daha önce oturmak istemediği evler, çalışmak istemediği işler, yani istemediği ne varsa mecburiyetten kıymetli oluyor.’ Bir es verip ‘yani kimse küçülen pastayı paylaşmak istemiyor’ diye ekledi.
Aslında tahmin ediyordum da yine de sordum ‘ee noldu ya İspanya’da?’
Masanın üzerindeki tesbihini eline alarak ‘1 milyondan fazla göçmen sınır dışı edildi veya ülkesine dönmek zorunda kaldı’ dedi Ahmet.
Kaşlarımla yan masayı işaret ederek ‘bunlar ne olacak ya?’ diye sordum
Sapsarı çocuk önündeki pastasının kalanıyla oynuyordu. Ahmet gülümseyerek ‘onlar pasta sahibi’ dedi. ‘Pastası olana git diyen olmaz.’
Garson kız geçerken biraz da elimde olmadan yine ensesine baktım. Bu sefer ensesindeki dövmede Orhun alfabesiyle ‘Türk’ yazısını tanımıştım. ‘Gelmeye devam ederler mi ya da kalıcılar mı burada sence?’ diye sordum Ahmet’e.
‘Millet onlara şimdilik daire satma derdinde’ diye kahkaha ile cevap verdi Ahmet. ‘Sadece daire değil de yaşadıkları şehrin eğitim, sağlık, sosyal alanlar gibi aslında yaşam standartlarını yani şehrin imkanlarını sattıklarını geç fark ederlerse pasta sahiplerini kaçırırlar’diye ekledi.
Boş soda şişesi ve çay bardağını alan garson kız bir şey isteyip istemediğimizi sordu. Kafamla ‘hayır’dediğimi belli ederken ‘yani birileri yan masadaki gibilerin bu ihtiyaçları için bir şeyler düşünürse bu göç devam eder diyorsun?’ diye sordum.
‘Şüphesiz’ dedi Ahmet, denizi göstererek ‘Buz ülkesinden kim bu coğrafyaya gelmek istemez?’
Oturduğumuz masa kafenin üst katında ve denize sıfırdı. Ufuk çizgisine kadar masmavi deniz uzanıyordu.
‘Baksana gelenlere! Ya çocuklu aile ya da elli yaş üzeri emekliler’ diye vurguladı Ahmet.
Garson kıza bakınıyorken ‘pasta yiyelim mi, şu veledin önündeki lezzetli gözüküyor’ dedim.
Ahmet kahkaha ile ‘bir tane iste, paylaşalım’ dedi.
'Paylaşalım' dedim. MFÖ şarkısını mırıldanarak garson kıza sipariş vermek istediğimi işaret ettim; ‘mecburen, mecburen, mecburiyetten’