Diziyi yani Squid Game’i izledim. Hatta birkaç hafta da oldu. Yazmadan önce üzerinde yazılıp çizilenleri okumak ve düşüncelerimin demlenmesini bekledim.

Ekim ayı başında Kore Ulusal Günü resepsiyonuna katıldım. Başkonsolos’un Kore’nin başarı hikayesinin özeti olarak nitelenebilecek konuşmasını çok beğendim. İnsan kaynağına yatırımın sonucunda gelişen ekonomik refahın beraberinde getirdiği fikri ve kültürel gelişmelerin diplomasi aracı olarak kullanımının sonuçlarını dinledim.

Kore son 15 yıldır yaptığı çalışmalar ve gerçekleştirdiği yatırımlarla "Hallyu" ya da Kore dalgası olarak tanımlanan, müzik endüstrisinden sinema endüstrisine, televizyon dizilerinden çizgi romanlara, kozmetikten yemek kültürüne kadar birbirinden farklı pek çok kültür endüstrisi ürününün merkezi durumunda. Kore kültür endüstrisi ürünleri tüm dünyada özellikle 14-27 yaş aralığındakileri etkilemekte.

2020 yılında 92. Oscar ödülleri kapsamında uluslararası en iyi film ödülünün ‘Parazit’e verilmesi kimseyi şaşırtmadı. Çünkü dünyadaki önemli olay ve gelişmelerin zamanlaması ve yeri sıklıkla tesadüfen değildir. Bugünlerde dünyanın en çok konuştuğu ve izlediği dizi Squid Game’in senaristi, eserini yazdıktan sonra vizyona sokmak için yaklaşık 10 sene bekledi ve bu arada defalarca reddedildi. Çünkü Dünya son 10 senede çok değişti ve Kore kültür endüstrisi etkinliği olağanüstü arttı. 10 sene önce dünyada gerçekçi ve sürdürülebilir olamayacak kadar yapay bir refah seviyesi ortamında ve şimdiki etkinliği olmayan Kore’den sosyal adaletsizlik üzerine bir yapım kimsenin dikkatini çekmez ve yanlış zamanda ölü doğmuş bir girişim olarak kalırdı.

“Dünya neden bir Kore dizisini konuşuyor veya izliyor” sorusuna bir çerçeve çizmeye çalıştığımı düşünerek dizinin konusu ve üzerine konuşulanlarla ilgili görüşlerimi özetlemek istiyorum. Son 1 haftadır sosyal medya platformları ve paylaşımlarının yanısıra görsel medyada, dizinin çocuk oyunları gibi masum bir çerçeve içine sıkıştırılmış ne kadar vahşi ve kanlı bir hikayesinin olduğu yönünde eleştiriler olduğunu gördüm. Bu basit çocuk oyunlarını kazanmak ve hayatta kalmak için yarışmacıların sınır tanımadıklarını, birbirlerine her türlü hile ve kötülüğü yapmaktan çekinmediklerini, kazanmanın yolunun hile ve kötülükten geçtiğini sloganize ettiğini iddia eden yorum ve paylaşımlar gözlemledim.

Açıkça belirtmeliyim ki; dizide tasvir edilen katliam ve vahşet görüntülerinin Ridley Scott’ın yönettiği gişe rekorları kırmış ve dünyaca ünlü Gladyatör, Kingdom of The Heaven ya da Body of Lies filmlerindeki ya da Mel Gibson’ın yönettiği Cesur Yürek veya Apocalypto filmlerindeki veya ortalama bir Hollywood aksiyon filmindeki katliam ve vahşet görüntülerinden, dizideki şiddet ve cinsel içerikli görüntülerin de ortalama bir televizyon dizisindekilerden fazla mübalağa edildiğini düşünmüyorum.

Anlatılanın ve aktarılanın aksine dizinin sonunda hileler, kuralsızlıklar ve kötülüklerle edinilenin başarı olarak nitelenemeyeceği ve bu ‘başarının’ insana yakışmadığı, insandan ve insana yakışandan umudun kesilmemesi gereği mesajı vurgulanmaktadır.

Dizide kötünün ve iyinin sınırları gayet nettir. Bence gençler için önemli olan husus da budur. Kötülüğün basit çocuk oyunları ile sınırlarının bu kadar net bir şekilde çizilerek anlatılması neden bazılarını rahatsız eder? Hayatta kalmanın nasıl olursa olsun oyunu kazanmaya bağlı olduğu duygusu ile gerçekleştirilen tüm hilelerin, kuralsızlıkların ve tüm kötülüklerin aslında insana yakışmayan ve insani olmayan olduğunun basit bir dille gösterisi niye rahatsız edicidir. 14-27 yaş aralığının bu diziyi neden sevdiğini özetliyorum aslında.

Kazanmak ve oynamaya devam etmek metaforunu gerçek dünyaya uyarlayabilen ve anlatılanı aslında net anlayan X ve öncesi kuşağının diziden neden rahatsız olduğunu da anlamak çok zor değil. Oyuna dahil olmak ve oyunu kazanmak için güçlülerin grubunda yer almanın önemini; kurumlar, kuruluşlar, partiler, gruplar veya kişilere aidiyetten beslenerek iş ve makam sahibi olanların çok iyi bildiğinden eminim. Dizide birçok oyuncu kazanmak veya oyunda kalabilmek için diğer oyuncuları türlü hile ve kötülüklerle hayattan koparmaktadır. Kendisinden daha nitelikli iş veya cemiyet arkadaşlarını veya olası rakiplerini türlü entrika, hile, iftira ve karalamalarla yokluk ve itibarsızlığa mahkum etmiş ya da etmeyi denemişlerin de aslında hayatlara kast ettikleri gerçeğinin dizide basit ve net bir şekilde anlatımının bazı insanları rahatsız ettiğinden de eminim.

Hayattaki başarının alım gücü ile değerlendirildiği bir topluma dönüştük. Mesleklerin ve işlerin niteliklerinden önce kazandırdığı maaşları konuşuyoruz. Paranın ve alım gücünün kutsandığı dönemlerde en makbul dua kolay para kazanmak istemek ve en şanslı kişi kolay para kazanandır. Son birkaç yılda şahit olduğumuz dolandırıcılık hikayelerinin mağdurları sıklıkla kolay yoldan çok para kazanmak isteyen ve kazanmak için yakınları ve akrabalarının hayatlarını çeşitli hile ve yollarla harcamaktan çekinmeyenlerdir. Dizide oyunları kazanmak için oyuncuların en yakın hissettiklerini ve kendilerine en çok güvenenlerin hayatlarını hilelerle harcamalarının net bir şekilde tasviri, kolay para kazanmak için çevresindekileri harcamaktan çekinmeyenleri tabi ki rahatsız etmiştir.

Bir insan topluluğu içinde kötülüğün, hilenin ve kuralsızlığın hakim olduğu algısı yerleştiğinde tabiatı müsait olmayanların dahi olan bitene seyirci kaldığı görülür. Kanıksanmış çaresizlik veya kanıksanmış rezillik içinde sebepler ve sonuçlar sorgulanmamaya, şans eseri veya denk gelerek edinilen kazançların değerlendirilmesi gerekliliği yanılsaması oluşmaya başlar. Dizinin sonunda tüm kanıksanmış kötülük, kanıksanmış çaresizlik ve kanıksanmış rezillik içinde bir şekilde edinilen kazanç; yolu ve yönteminin insana yakışmadığı sloganıyla kazanan tarafından reddedilmektedir. Tasvir edilen bu durumun ‘böyle gelmiş, böyle gider’ kabulüyle yolunu bulmaya ve hayatta kalmaya çalışanları rahatsız ettiğini düşünüyorum.

Ben de dizinin verdiği mesaja katılıyorum. İnsandan umudu kesemeyiz ve yatırımı iyi insan olmanın yollarına yapmalıyız.